18 Nisan 2014 Cuma

Paskalya'da Yunanistan


Paskalya'da Yunanistan Notları-GEÇEN YIL BUGÜN (ilk ve tek seyahat yazım) -

Istanbul'dan yola koyulup Ipsala gumruk kapisindan Selanik'e dogru yola cikiyoruz. Kapıda aracınıza sigorta yaptırmanız gerekiyor. Bir de uluslarası ehliyet talebinde bulunulduğunu öğrenmiştik. Benim ehliyetim olduğundan bizim için sorun olmadı ancak bunu daha önceden alsanız iyi olur.Sanıyorum pek dikkat etmeseler de her an bir terslik çıkma durumuna karşın elinizde olsa fena olmaz. Şirket arabasıyla çıkıyorsanız şirketinizden izin yazısı ve imza sirkuleri gerekli olan diğer belgeler. 

Otoyolda ılerlerken sagda, solda camili koyleri gorunce buralarin Turk koyleri olduğunu anlayıp otoyoldan cikip Iskece, Gumulcine Turk koyleri arasina daliyoruz. Koylere baktigimizda kalite olarak evlerin, sokaklarin yapisi oldukca zengin. Bizim Ege, Akdeniz koyleriyle bile daglar kadar fark var. Bazi koylerde Turk-Yunan beraber yasamaktayken bazi koyler sadece Turk koyu. Cesme basinda yol sordugumuz bir amca bizim Turk plakasini gorunce hemen Turkce konusmaya basliyor. Biz de hemen inip sohbete koyuluyoruz. Bu arada yasli teyzem de bahcesinden gelip sohbete katiliyor. Oradaki yasami, zorluklari, ozlemleri anlatiyorlar. Arabaya binip yolumuza devam edecekken teyzemiz bekar olup olmadigimizi bekarsak koy dugunlerine gelip oralardan kiz almamiz gerektigini anlatiyor. Biz de memnuniyetle deyip sakalasiyoruz ama bu teklifi unutmayalim diye de hafizamiza not aliyoruz :)

 Yolda Alexandropolis sehrine ugrayip biraz mola veriyoruz. Burasi bir sahil kasabasi gorunumunde ...Fransa'daki ogrencilik yillarimdan arkadasim Georgia bize etrafi gezdiriyor. Bu kadar kucuk bir sehirde gordugumuz cok şık cafe'ler ve mekanlar hemen dikkatimizi cekiyor. Ustelik onlarca mekanin yan yana dizildigi bu ana cadde ve ara sokaklardaki beklemedigimiz derecedeki sıklık ve şıklık bizi gerçekten sasirtiyor. Hafif bir ogle yemegi ki daha once hic yemedigim yabani otlar ve lezzetli balik ardindan Turk kahvemizi de limandaki bir baska trendy mekanda içip Selanik yoluna devam ediyoruz. Aslinda yolda uğranacak çok sey var ancak vakit sinirli oldugundan turkusuyle unlu Drama, isyankari ile unlu Kavala'yi (Lise tarih kitaplarından Misir Valisi Kavalali Mehmet Ali Bey size birsey cagristirdi mi ?) gecip yola devam ediyoruz. 

Selanik'e vardigimizda ilk işimiz sehrin en merkezi yerlerinden birinde olan otelimize yerlesmek, duş alip aksam yemeginde kendimizi inanilmaz Yunan mezelerine vermek olacakti... Ilk gece aksam yemeğinin ardindan Izmir Kordon'u andiran deniz kenari boyunca yuruyus ve buralardaki enva-i cesit cafe'lerin onunden geciyoruz. Kordon'un sonunda Kanuni Sultan Suleyman zamaninda Mimar Sinan tarafindan yapildigi soylenen beyaz kuleyi goruyoruz ışıklandirmasiyla harika bir durusu var gece...Gunduz ayni binayi gorunce Beyaz Kule olarak adlandirilma sebebinin Yunanlilarin kuleyi beyaza boyayip vaftiz etmelerinin ardindan aldigini ogreniyoruz ancak kalenin taslarinin yapisi bu boyanin kalmasina izin vermediğinden hemen hemen artık eski renklerine döndüğünü söylemek mümkün.

Beyaz kulenin içine girip gezmeye kalktığınızda yine bir şaşkınlık yaşıyorsunuz. Müzede gösterilenlerin hiçbirinde İngilizce bir açıklama olmaması cabası doğru düzgün bilgi alabileceğiniz hemen hemen hiçbir dokuman da yok. Yanınızda rehber de olmayınca biraz boş boş görüp geçme şeklinde geziyoruz. Tepesindeki manzara koya çok hakim ve gerçekten görülesi. Sırf bu manzara için çıktığımıza değdi deyip bir sonraki durağımıza geçiyoruz.

Beyaz Kule'nin hemen yanındaki Selanik Arkeoloji müzesi de içerisinde barındırdığı birçok tarihi eseri ve dönemi ile gezmekten zevk alacağınız bir yer. Özellikle MÖ 3-4 yy dan kalma altın, mücevherat karşısında neredeyse küçük dilimizi yutacağız. Buradaki hazinelerdeki bilezikler, taçlar, kolyeler günümüzdeki dizaynlardan çok daha kaliteli ve inanılmaz işçilik gerektiren yapısıyla bizi bile kışkırtmakta başarılı oldu. Kadınların bu müzede saatlerce kalabileceğini ama daha kötüsü cıkar cıkmaz alış verişe gitmek isteyeceğini söylerek erkekleri uyaralım: Kredi kartınızda mutlaka gerekli limitiniz olsun. Kolay gelsin :) Bunun yanında eskı bedesten, Kucuk Ayasofya gibi tarihi eserler sehir merkezindeki dokuya tarihi bir sos katiyor.

Bu eserlerin arasından Türk Büyükelçiliği'nin yanında bulunan Atatürk Evi'ni görmek üzere sokağın başına geldiğimizde hemen gözümüze çarpan ulu çınar agacı bize aradığımız ipucunu veriyor. Elçiliğin önünde normal güvenlik dışında bir polis dolusu otobüs görünce irkiliyoruz. Bize bunun rutin Yunanistan özel günlerinde yapılan tedbir amaçlı bir uygulama olduğu söyleniyor. Elçilikten adımımızı atıp hemen avludan eve geciyoruz ancak maalesef restorasyon calışmaları nedeniyle içerideki eşyaların Türkiye'ye gonderildiğini ve evin içine giremeyeceğimizi öğreniyoruz. En azından dışarıdan bir fotoğraf çektirip geri dönüyoruz. Artık iyiden iyiye acıkmaya başladık hemen sahile doğru dikine giden sokaklarin arasına dalıp yiyecek bir yer arıyoruz. Arada bulduğumuz hemen hemen her restoran inanılmaz lezzetler sunuyor. Bu kez de yanılmamış olmanın verdiği huzurla lezzetin dibine vuruyoruz. Zaten Selanik gunlerimiz otel kahvaltısıyla başlayıp gece yatana kadar yemekle geçiyor. Kilo alma endişelerimizi sağlıklı yiyoruz teselli cümleleriyle bertaraf edip durmaksızın yemeye devam ediyoruz. Belki de hayatımda en çok yemek yediğim gezinin bu olduğunu düşündürecek kadar çok yiyoruz.


Selanik'teki üç günümüzde bize yemeklerde yerel arkadaşlarımız Niko ve Dimitris de eşlik edince muhabbet ve yemekte geçen vaktimiz yemeğin ardından muhteşem sehir meydanlarındaki cafe'lerde sünüyor. Gece takılmak için de yine bu tür cafe'ler trendy mekanlar. Dikkatimizi çeken şeylerden biri hem genç kızların hem de erkeklerin giyim, kuşamlarına çok dikkat ederek dışarı çıkmaları ve gercekten trendleri modayı takip edici şıklıkta olmaları. Yerel hayatı daha iyi tanıma fırsatı olarak Dimitri ve Niko'nun Paskalya yortusunda aileleriyle geçirme davetini kabul edip küçük bir dağ kenti olan Naousa'ya doğru yola koyuluyoruz. Burası Yunanistan'ın en populer kayak merkezlerinden birine çok yakın ve içerisinde Avrupa'daki en doğal park odülü almiş bir parkı da barındıran yaklaşık 20 bin kişilik bir kent. Bu bilgilerle buraya gelirken aşağı yukarı Türkiye'deki benzer kentlerle kıyaslıyoruz ister istemez. Yol üzerinde geçtiğimiz küçük kasabalar, köyler bize yapısal ve yerleşim olarak benzer yapıda olsa da Yunanistan'daki evlerin mimarisinin, yapısal kalitesinin , dış görünüşünün Türkiye'dekilerle kıyaslanamayacak kadar çok daha güzel olduğunu haykırmakta... 

Naousa'ya vardığımızda Niko ve Dimitri'nin taş evden renöve edilmiş küçük ama çok şirin bir otelde yer ayırttğını öğreniyoruz. Otele yerleşmemizin ardından hemen Niko ve Dimitri'nin arkadaşlarıyla yerel bir restoranda buluşup gene lezzetin dibine buruyorz. Yaklaşık 10 kişilik bir grupta yıne Turkçe konuşan birini buluyoruz. Aris NATO gorevlerinde Türk askerleriyle beraber görev yapmış Yunan Ozel Kuvvetlerinde bir asker. Bu gorevler sırasında Turk askeriyle olan muhabbetlerini anlatıp Türkçesini böyle geliştirmeye çalıştığından bahsetti. Yemeğin ardından şehir merkezinden 3 km uzaktaki ünlü doğal parka götürüyor Aris ve Niko bizi. Burası tam askeri bölge yanında ama benim gördüğüm en doğal haliyle korunmuş park...Burada işte doğru tasarım ve dizaynla tabiatın rahatsız edilmeden ve en doğal haliyle insanların da kullanımına açıldığını görebildik ve çok etkilendik. Aris ve Niko buranın Avrupa'da bu dalda birincilik almış bir park olduğu bilgisini de veriyor. Nedense bu bilgiye hiç şaşırmıyoruz gerçekten de hakediyor... 

Akşam geri dönüp Dimitri ve arkadaşlarına katılıyoruz. Yine cafe yine takılmaca :) Şikayetçi miyiz ? Tabi ki hayır en sevdiğimiz ortamlar günün iş ve değişik streslerinden uzakta boş boş ama inanılmaz misafirperver insanlarla vakit geciriyoruz. Burada da hesap odetmiyorlar bize...Gece saat 12'de kilise dışında toplanıp Paskalya torenlerine gideceklerini öğrenince bi de katılmak istiyoruz. Bu fırsatı kaçırmak istemiyoruz. Paskalya için kiliseye gidilip dualar ediliyor. Sehirdeki herkes neredeyse sokakta ellerinde mumları ve şıkır şıkır giyimleriyle birbirlerinin Paskalya bayramlarını tebrik edip evlerine dönüyorlar. Dimitri bizi evlerinde hazırladıkları Paskalya Yemeğine davet ediyor. Gıtmemek olmaz. Tümgün yemekten başka birsey yapmamış olsak da ev yemeklerini görünce gece 01:00 demeyip dayanamayıp dalıyoruz. Dimitri'nin annesi sırf biz geleceğiz diye domuz eti olan hiçbirşey olmadığını rahatlıkla yiyebileceğimizi söyleyince çok mahcup oluyoruz. Misafirperverliklerine hayran kalıyoruz. Dimitri'nin annesi ve babasının ailesinin mubadele ile göçenlerden olduğunu Sıvas ve Afyon'dan geldiklerini öğreniyoruz. Annesi özellikle Türkçe konuşanileceğimizi konuşamasa da anladığını belirtiyor. Ertesı gün gelecek annesinin de bizimle Türkçe konusmak istediğini belirtiyor. Dimitri ve ailesi bizi bırakmak istemiyor oysa ertesı gün yola çıkmamız gerek anlatmaya çalışıyoruz derdimizi kabul etmiyorlar. Bir an kendimizi Türk köyünde sanıyoruz. O kadar ısrar ediyorlar kı ertesı gun ailecek yapacakları mangal pıkniğine katılmamız yonunda ozellikle anneannelerinin bizi gormeyi ıstemesi bizim de gerçekten onunla tanışmak istememiz zor durumda bıraksa da bu gecenin zaten bizim için yeterince muhteşem olduğunu herşey için minnettar olduğumuzu yeniden geleceğimizi belirtip ancak sıyrılabiliyoruz. 

Ertesi gun Turkiye'ye doğru yola koyulurken aslında bu kadar benzer iki toplumun nasıl birbirine düşman hale getirilip Varlık Vergisi, Mubadele ve tarihimizin en kara sayfalarından biri olan 6-7 Eylül olaylarıyla ayrıştırılıp aralarına derin ayrılıklar sokulabildiğine hayıflanıyoruz. Genel bir takım notlar :

 - Carsida, pazarda, restoranda, sokakta cok ilginc sekilde beklenmedik yerlerde Turkce konusan birileriyle muhakkak karsilasiyorsunuz. Tarihsel olarak hemen aklimiza Mubadele geliyor...Lozan Anlasmasiyla yapilan bu nufus degisim karariyla milyonlarca insan ana yurtlarindan alini bilmedikleri diyarlara surulduler. 1928 Yunanistan sayimlarina gore 1.2 milyon insan Anadolu'dan Yunanistan'a göç etmek zorunda kalmis ki bu o zamanki Yunan nufusunun yaklasik % 25'ine denk gelmekte. Anadolu'ya gelen Turk nufus ise 500 bin civarinda oldugu soyleniyor. Tabi Yunanlilar buna mubadele degil de " Kucuk Asya Felaketi" adini vermisler ve onu kullanmaktalar. Ama nice acilar cekildigini hissedebiliyorsunuz. Kokenlerinin Sivas'tan, Afyon'dan, Burdur'dan geldigini duyunca sasiracak ve belki de tarihe kizacaksiniz...Karaman'li bir Rum'un Turkce yazdigi su dizeler durumu yeterince ozetliyor sanirim : İsmet Paşa, Venizelos geldiler. Trampa yapmaya karar verdiler. Acep bunu bir ferde mi sordular? Dünya kurulalı görülmemiştir. Türkiye’den kaldırdılar bizleri, Kan ağlıyor hepimizin gözleri. Bu karari kimin verdigi de tam bir muamma zaten Ismet Inonu de Yunan Basbakani Venezilos da bu kararin ilk olarak kendileri tarafindan dillendirilmedigini belirtmis. Norvec'li Nansen adinda kasif, diplomat bir arabulucudan bahsedilmekte ve bu kararin fikir babasinin o oldugu soylenmekte...Her ne kadar Norvecli de bunu kanul etmese de aklima hemen PKK ile Norvec arabulucugunda yapilan Oslo gorusmeleri gelmekte nedense...Biz bu kadar buyuk bir tarihi olup da tarihten ders almayan ender milletlerdeniz sanirim... 

-Bizim karsilastigimiz erkekler ozellikle futbola merakli tipler. Tabi biz de oyle olunca muhabbet bir sekilde buraya geliyor. Ama hayal kirikligi yasadik acikcasi bircogu TR deyince FB ve Besiktas'li cikti... GS'a gore FB ve BJK'in sempatizani daha yuksek gibi geldi bana... Bunun sebebi Lefter, Patrikhane ve BJK'li eski Rum asilli futbolcular Niko gibi veya Rum asilli tribun lideri Istanbul'lu Rumlarin olmasi olabilir tarihsel olarak...Derinlemesine bir arastirma yapmadan da GS gercegini goz ardi etmeyelim dunyanin her yerinde en bilinen Turk markasindan biriyiz sonucta digeri de Istanbul zaten...Yunan tarafinda ise Istanbul gocmeni Rumlarin kurdugu AEK (Athlitiki Enosis Konstantinoupoleos) anlamı: "Konstantinopolis Atletik Birliği" Turkiye'den goc etmis eski kusaklar icin en azindan onemli bir klup... Yunanli gencler frappe ile tum gunu gecirebilme kapasitesine sahip olunca sehirlerdeki cafe sayisinin coklugu ve hareketlilik inanilmaz...Beklenmedik yogunlukla karsilasmaniz sizi sasirtmamali...Cafe'de yer bulmak için sıra bekliyorsunuz !!! 

-Yunanli erkeklerdeki sakal modasi dunyanin hemen hemen her ulkesinden fazla bir oranda populer denebilir...Aslinda belki de tarihsel olarak bu moda buradan cikmis olabilir... 

-Yunanli kizlar erkeklerin cesur olmamasindan ne yapmak istediklerine karar veremediklerinden yakinirken Yunan erkekler kizlarin burunlarinin cok havada oldugundan yakinmakta...Burasi cok tanidik gelmis olabilir :) 

-Yaslilar ozellikle koylerde bizdeki gibi kahvelerin mudavimleri. Kahvelere baktiginizda sandalyeleri, masalariyla Turk kahvelerinden ayirmak pek mumkun degil ama burada çay neredeyse hiç icilmiyor. Onun yerine kahve, uzo ve bira icilmekte...Yaslilar genelde bunlarin esliginde oyun veya sohbetle gunlerini gecirmekteler. 

- Yunanistan tam bir tarim ve turizm ülkesi...Endüstri neredeyse yok denecek kadar az...Esnaf ve zanaatkar takimi ise halen guclu bir sekilde devam etmekte. Etrafta beklenmedik sekilde butik, terzi, kuyumcu, taki vs gibi dukkanlari gorebilirsiniz. AVM ve shopping mall burada yok denecek kadar az... 

-Sehir planlamasi acisindan bakildiginda ozellike Selanik inanilmaz duzgun dizayn edilmis. Denize boylu boyunca genis dikine caddeler yapilarak deniz havasinin iç bolgelere kadar sirkulasyonu saglanmis. Butun bunlarin disinda hayatimda bu kadar meydanin oldugu bir sehir cok az gordum. Neredeyse her kose basi kucuk bir meydan ve bu meydanlar kafelerle, lokal restoranlarla cogu zaman da ozellikle eski sehir merkezinde trafige kapali halde ortasinda bir fiskiye ile suslenmis vaziyette... 

-Sosyal hayata bakildiginda gencler bu cafe'leri doldururken yaslilar da onlardan geri kalmiyor. Gece yemege cikma, cafe'lerde vakit gecirme sehirlerde de kasabalarda da inanilmaz bir moda halinde...20-25 binlik nufuslu kentlerde gordugumuz cafe'leri dizayni, atmosferi ile Istanbul'dan hatta daha da ileri gidip NewYork ve Paris'ten kalir yani olmadigini soylersek abartmis olmayiz. Gencler bu cafe'lerde saatlerce oturup muzik esliginde takilmaktalar. Bir nev-i gece klubu islevi goren trendy cafe'lerde yer bulmak bile bir hayli yorucu ve sabir gerektirmekte...

 - Yunanistan'da yollar gercekten cok duzgun. Avrupalilarin en cok yaptigi geyiklerden biri olan "AB paralarini hep yollara yatirmislar, bu yollar Avrupa'da bile yok" dedikleri kadar var aslinda...Otoyollar 1.5-2 Euro civarinda ucretli gecislere tabi ancak yollar gercekten cok guzel. Hiz limiti ise 130 km/h olarak belirlenmis.

12 Eylül 2010 Pazar

FIBA 2010 Notlari

Turnuvanin basinda 2009 yilinda Polonya'da gordugumuz takimin savasciligini gorecegimizden emindik ama devamlilik problemimiz vardi o turnuvada. Nitekim 2009 'da ilk 5 maci kazanip bir ust tura cikmis ama diger maclarin hepsini kaybedip en son Rusya'ya da yenilip 8. olmustuk. Tanjevic yogun elestiri altindaydi "Oyuncularimiz yogun mac trafigi temposunu kaldiramadi ve yorgun dustuk" demecleri vermisti. Bu turnuva oncesi akla gelen bir diger organizasyon 2001 yilinda evimizde oynadigimiz ve finalde Sirbistan'a kaybettigimiz turnuvaydi. Butun bunlari dusununce hic de kolay olmayan bu turnuvaya gecmisten dersler cikarmayi basarabilirsek rahatlikla finale cikabilcegimizi dusunerek basladik.

Tanjevic'in Polonyo'da turnuva ilerledikce yorulduk gozleminden cikardigi ders daha fazla rotasyon ve surekli savasan diri bir takim olabilmek adina 12 kisinin en az 10 kisisine esit zaman ayirmak olmus ve bunu da ders niteliginde uyguladi tum turnuva boyunca. Bir de Polonya'da takim surekli Hidayet ustunden oynuyor Hidayet 'e sayi attirmak onu devrede tutmak adina inanilmaz hucumlari heba ediyorduk Tanjevic bu yanlisindan da bu turnuvada donmus. Hidayet'e kritik anlarda devreye aliyor ama macin genelinde Hidayet'i arkadaslarini oynatmaya yonelik kullaniyordu. Bu hem Hidayet'in kritik anlarda topu diri ve dinlenmis bir sekilde almasina ve kullanmasina hem de diger oyuncularin surekli sorumluluk almalarina imkan sagliyordu.

Basketbol Federasyonu da dersler cikarmis ki o turnuvada yine Mehmet Okur sorunu cikmisti Milli Takim'a gelsin gelmesin problemleri ve Hidayet'in berbat bir performansi vardi . Bu turnuvada da Federasyon bu konuda basarili bir sinav verdi. Takimi tartismalarin icine sokmadi hatta hatta hastaligina ragmen Tanjevic'in arkasinda durmalari son derece basarili oldu. Tersi bir durumda en cok elestirlecek olan da Federasyon olacakti hic suphesiz.

Hidayet takim kaptanligini ilk defa cok iyi yapti. Hem sorumluluk aldi gerektiginde hem de takimi cok iyi oynatti. Turnuva baslarken kafamda Raptors'a rekor transfer ucretiyle transfer olup sonra cok kotu bir sezon geciren Hidayet'le ilgili bir cok soru isareti vardi. Onu cok elestirmeme ragmen hakkini vermek gerek muhtesem bir turnuva gecirdi ve sanirim beni ve bircok kisiyi utandirdi Hido...

Tum takim inanilmaz oynadi muhtesem bir ekip ruhu gosterdi herkes savasti yardimci oldu birbirlerine inanilmaz destek oldular ve inanarak bu gune geldiler.

Bu yukaridakiler Iceberg'in gorunen yuzu ama bence Dunya Basketbol Sampiyonasi'nda bu basarida emegi gecen unuttugumuz niceleri var. Vefa Istanbul'da bir semt deyip gecemeyiz. Bu ulkeye basketbolu sevdiren Efes Pilsen var en basta. Petar Naumoski'nin liderliginde sadece ilk 5 cikarabilen ve olursa bir 6. adam kenardan gelip ancak 3-5 dk sure alabilirken bile Avrupa finalleri oynayan bir takimla basladi bu seruven ... Avrupa'ya bizi tasiyan basketbolun bu ulkede futbolun yaninda kitlelere hitab edilebilecegini gosteren Efes Pilsen digerlerinin onunu acti... Ardindan Ulkerspor geldi. Onlar da Efes Pilsen'in actigi yoldan ilerleyip Turk basketbolune inanilmaz degerler kattilar yetenekler yetistirdiler. Sonra klup takimlarimiz uyandi ... Sponsorlarimiz uyandi...

Bir de perde arkasindakiler var aslinda saha da olmayip bu sporu sevdiren... Murat Murathanoglu hala devam ediyor ve gercekten takdire sayan bir efor sarfettiler. Insanoglu balik hafizalidir benim asil takildigim Ismet Badem neden yoktur bu Dunya Sampiyonasinda NTV neden onu yayina cikarmaz. Ismet Badem'in Turk basketboluna kattigi ivmeyi gormemek icin kor olmak gerek . Onun da bu takimin buralara gelmesinde cok emegi var ve ona cok buyuk bir ayip edilmistir.

Bu ulkede yazin okul bahceleri otopark yapilip basket potalari alti genclerimizle degil arabalarla doluyken bu basarinin gelmesinde bu saydiklarimizin hepsinin rolu var.
Finali alsak da almasak canlari sagolsun... bu nesile bir dunya sampiyonasi yakisirdi ve bunu basardilar tarihe altin harflerle gectiler. Darisi yeni nesillerin basina...

2 Mart 2010 Salı

nothing is more difficult, and therefore more precious, than to be able to decide...

Napoleon said "Nothing is more difficult, and therefore more precious, than to be able to decide...". Isn't it the real challenge all of us is facing one day or another or sometimes every other day? To decide what to do...

Recently I finished reading "The Outliers", a book which I really enjoyed reading even though I didn't wanna believe in the facts presented there. Malcolm Gladwell was basically saying that to become an outlier one needs two things:
-Legacy and chance
-10 000 Hrs rule
Gladwell talks about the legacy and "10,000-Hour Rule" as the factors that contribute to high levels of success., claiming that the key to success in any field is exercising on a specific topic more than 10,000 hours. He is giving examples of Bill Gates and Beattles to support his hypothesis.
I 've thought about it and I personally have neither the legacy nor I spent 10 000 hrs on a specific topic. Does that mean i could never become an Outlier? Maybe yes, maybe no but my objective is to decide what i do wanna do in my life. That is the challenge I 've been facing and this is the first step... Corporate life gives kinda satisfaction upto a certain point. Being a global player in an industry and contribtung to it is really exiting and motivates but is it the whole point? Not really.
I decided; as of today, I am gone start Blogging on topics i am interested to really start a change in my life... why not the others?

24 Mart 2007 Cumartesi

Strasbourg going on

Strasbourg life is going on without any interesting news. I will be leaving on May 15 but don't know yet what is the next step.